16 Aralık 2008 Salı

Yunanistan İsyanından fotograflar

http://www.boston.com/bigpicture/2008/12/2008_greek_riots.html

adresi gayet iyi çözünürlükte ve eylemlerle ilgili çok sayıda fotografa sahip

Afiş/Sticker





NET televizyonu


16 Aralık 2008 Salı
Öğrenciler iyi bir zamanlamayla Bugün devlet televizyonu NET'e girip Karamanlis'in sözünü kesitler. Göstericiler kısa bir süre üzerinde " İzlemeyi kesin - Herkes sokağa " yazan bir pankartla yayında kaldılar.


Video:
http://www.youtube.com/watch?v=PK9lpMk7fiY

16 Aralıktan haberler

Ayaklanma Polisi Merkezinde Eylem, Devlet Televizyonu Ele Geçirildi, Anarko-ulaşım Hareketi Devam Ediyor

Salı 16 Aralık 2008

Salı günü bir başka anarko-ulaşım eylemi daha gerçekletirildi. Bu eylemler, kalıcı olarak “üretim-dolaşım-tüketim” döngüsünü bozmayı hedefliyorlar ve oldukça başarılı oldular. Bugün eylemciler Atina Metrosunun Victoria Durağında eylemdeydiler. Yolcularda atılan sloganlara katıldılar. ( “Kendi kendilerini organize eden yolcular, bilet kontrolcülerinin sonunu getirecekler”)

Ayrıca Atinadaki Zografou polis merkezi ne eylemciler sabah erken saatlerde müdahale ettiler. Bir ayaklanma polisi vanı ve birkaç arabasını yaktılar.

Indymedia 'dan: Devlet televizyonu NET çok kısa bir süre için ele geçirildi. Öğrenciler kısa bir süre ellerinde “ İZLEMEYİ KESİN – HERKES SOKAĞA ” yazan bir pankart tutarken yayınlandılar.

Bugün için plananan bir eylem: Eksarhialılar, yerel polis merkezinin dışında toplanacaklar ve polisin mahallerinden gitmesini isteyecekler Başka toplantılar ve anti-polis eylemlerde diğer mahallelerde olacak Brahmani, Sepolia, Petralona, Nea Ironia ve Dafni

"Devletler öldürür. Sessizlikliğin onları silahlandırır. Bütün kamusal binaları hemen şimdi ele geçirelim. Agios Dimitros Belediyesini işgal edelim."

Çev:İsyandan

http://www.occupiedlondon.org/blog/2008/12/16/23-1542-riot-police-headquarters-attacked-state-tv-station-occupied/

Bu günler Bizimde Günlerimz

Alexis Grigoropoulos'un kurban edildiği suikastın ardından eşi görülmedik bir kargaşada, sonu görünmeyen bir öfke patlamasında yaşamaya başladık. Görünen o ki, bu ayaklanmanın öncüleri bitimsiz bir tutku ve kalpten bir içtenlikle tüm verili durumu tersine çeviren öğrenciler. Kontrol edemediğiniz bir şeyi durduramazsınız, kendiliğinden ve kavrayamadığınız biçimde örgütlenen bir şeyi. Ayaklanmanın güzelliği budur. Tarih yapmak, lise öğrencilerinin yaptığı şey, onu yazıya döküp ideolojik olarak sınıflandırma işi varsın başkalarına kalsın. Sokaklar, inisiyatif, tutku onların.
Motoru öğrenci gösterileri olan bu daha geniş hareketliliğin çerçevesine, ikinci nesil göçmenler ve mültecilerin kitlesel katılımı da dahildir. Göçmenler sokaklara küçük ölçekli, sınırlı örgütlenmelerle çıkıyor, hareketlenmelerini karakterize eden kendiliğindenlik ve hızla. Şu anda, Yunanistanda yaşayan yabancılar arasında en militan grupturlar. Her durumda, kaybedecek çok az şeyleri var.
Göçmenlerin çocukları, en başta lise ve üniversite eylemlilikleri ile sol ve radikal sol örgütlenmeler üzerinden, kitlesel olarak ve dinamik biçimde hareketleniyor. Onlar göçmen cemaatinin en bütünleşmiş parçası, en cesurları. Bu ülkeye bir dilim ekmek dileniyormuşçasına boynu bükük varan anne-babaları gibi değiller. Onlar Yunan toplumunun bir parçası, başka bir yerde yaşamadılar. Bir şey için dilendikleri yok, Yunan sınıf arkadaşlarıyla eşit olmayı talep ediyorlar. Haklarda eşitlik, sokaklarda eşitlik, rüyalarda eşitlik.
Bizim için, politik olarak örgütlü göçmenler için, bu ikinci bir Fransa 2005 Kasımı'dır. Hiçbir zaman halkların öfkesi kabardığında onu yönlendirebileceğimiz gibi bir yanılsamaya kapılmadık. Yıllardan beri sürdürdüğümüz mücadeleye rağmen, böyle bir kitlesel tepkiyi hiçbir zaman sağlayamamıştık. Şimdi sokağın konuşma zamanıdır: duyduğunuz, kulakları sağır eden çığlık 18 yıllık şiddet, baskı, sömürü ve hor görmeye karşılıktır. Bunlar bizim de günlerimiz.
Bunlar sınırlarda, karakollarda, işyerlerinde katledilen yüzlerce göçmen ve mültecinin günleridir. Bunlar, polisler ve "hassas vatandaşlar" tarafından katledilenlerin günleridir. Bunlar, sınırı geçmeye cüret ettikleri için, ölüm koşullarında çalıştıkları için, başlarını eğmedikleri için, ya da hiç sebepsiz katledilenlerin günleridir. Bunlar, Gramos Palusi'nin, Luan Bertelina'nın, Edison Yahai'nin, Tony Onuoha'nın , Abdurahim Edriz'in, Modaser Mohamed Ashtraf'in ve unutmadığımız diğerlerinin günleridir.
Bu günler cezasız ve cevapsız kalan gündelik polis şiddetine cevaptır. Bu günler, sınırlarda, göçmen kamplarında çektiklerimize, şimdi ve hala, çektiklerimize cevaptır. Bu günler Yunan mahkemelerinın bas bas bağıran adaletsizliğinin karşılığıdır. Haksızca hapse atılan göçmen ve mültecilerin, bizlerin mahrum bırakıldığımız adalet içindir. Şu anda bile, ayaklanma günleri ve gecelerinde dahi, aşırı-sağın ve polisin saldırılarının yanı sıra, mahkemelerin biz kafirlerin eline Hıristiyanca sevgiyle tutuşturduğu sınırdışı etme ve hapis kararlarıyla göçmenler ağır bir bedel ödüyor.
Bu günler, 18 yıldır dinmeksizin devam eden sömürüye cevaptır. Volos'un kenarlarında, olimpiyat inşaatlarında, Amliaada kenti'ndeki unutulmayan mücadeleler için, anne-babalarımızın gördükleri zulme, onların kanına, enformel emek ve sonsuz vardiyalara karşılıktır. Teminatlara, yapışkan damga pullarına, ödediğimiz ve hiçbir zaman karşılığını görmediğimiz sosyal devlet katkı paylarına karşılıktır. Hayatımızın geri kalanında piyango bileti gibi peşinden koşturacağımız kağıtlara karşılıktır.
Bu günler, sadece varolmak, nefes almak için ödediğimiz bedellere karşılıktır. Bu günler, uğradığımız hakaretler, haksızlıklar karşısında dişimizi sıktığımız zamanlar içindir. Bu günler, tepki göstermek için dünyadaki tüm nedenlere sahip olsak dahi tepki veremediğimiz zamanlar içindir. Bu günler, tepki verdiğimiz, ama ölümlerimiz ve öfkemiz hazır biçilmiş kalıplara uymadığı, oy getirmediği, prime-time'da satmadığından yalnız kaldığımız günler içindir.
Bu günler tüm marjinalleştirilmişlerin, dışlanmışların, adlarının telaffuzu zor –ve hikayeleri bilinmeyenlerin günleridir. Her gün Ege'de, Meriç'te ölenlerin, her gün sınırda veya Atina'nın merkezi bir caddesinde katledilenlerin günleridir; Zefyri'deki Romanların, Eksarhia'daki uyuşturucu bağımlılarının günleridir. Bu günler, Mesollogiou'nun sokak çocuklarının, entegre olmamışların, kontrol altına alınamayan öğrencilerin günleridir. Alex'in sayesinde, bu günler hepimizin günleridir.

18 YILLIK SESSİZ ÖFKE YETTİ.
DAYANIŞMA VE ONURUMUZ İÇİN SOKAKLARA!
UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ —
BU GÜNLER SİZİN DE GÜNLERİNİZ,
LUAN, TONY, MOHAMED, ALEXIS

Arnavut Göçmenler Lokali -15.12.2008

Çev: DünyaSokaktaDeğişecek!
http://www.occupiedlondon.org/blog/2008/12/15/these-days-are-ours-too/

16 Aralık 2008 Salı

İsyan 11. Gününde

16 Aralıktan haberler

NET TV de öğrenciler yayındaydılar.

16 aralık raporu

İSYAN SÜRÜYOR

Akropolis'in İşgali

Yunanistanla Dayanışmak İçin Mormon Kilisesine Eşcinsel Saldırı

Paris 68’den Atina 2008’e sokaklarda isyan

Taraf - Istanbul - 16.12.2008
 
 
UTKU USTA* / Yunanistan sokaklarını dolduran gençler rutin hayatlarını tehlike dozu yüksek eğlencelerle çekilir kılmaya çalışan holiganlar değil. Belki de asıl bu yüzden tepki çekiyorlar, belki de asıl bu yüzden hem sağda hem solda çöreklenmiş siyaset erbabının kıskançlık dolu nazarlarına maruz kalıyorlar.

Birkaç yıl önce televizyonlarımızda Sokağın Öfkesi adında Mithat Bereket imzalı bir belgesel yayınlanmıştı. Sokak kelimesindeki ‘A’ların, Beşiktaş taraftar grubu Çarşı’nın icraatlarından aşina olduğumuz üzre itinayla çember içinde resmedildiği jeneriğiyle bu güzide yapımda Bereket, Kopenhag banliyölerinde izini sürdüğü anarşizme şuna benzer bir tanım getirmişti: “Refahtan bunalan Danimarkalı gençlerin kendini ifade yöntemi.” Bu tanımın fikri derinliği üzerinde duracak değiliz, ne var ki 6 Aralık’tan beri Yunanistan’da olup bitenleri kavrama anlamında gösterilen çabanın Bereket’in nevi şahsına münhasır araştırmacı gazeteciliği çerçevesinde sergilediği tutumdan çok da ileri bir noktaya tekabül etmemesi gibi acı bir durumla karşı karşıyayız.

Haber değeri taşıyan kısımları hatırlamakta fayda var. 6 Aralık Cumartesi gecesi Alexandros Grigoropoulos adında 15 yaşında bir genç polis kurşunlarıyla can verir. Ortada ne bir silahlı saldırı ne de bir çatışma emaresi vardır, sadece gençlere gözdağı vermek için havaya sıkıldıktan sonra civardaki balkonlardan sekip (basına sızan ama henüz resmileşmeyen balistik rapora göre) mucizevî şekilde yolculuklarına Alex’in göğüs kafesinde son veren birkaç kurşun söz konusudur. Ecel diye tam da buna denir herhalde ki kendisi ülkemizde de sık sık dolaşıma giren bir kavramdır. Hoş, bizde genelde insanın baş kısmında çalışır bu ecel (bkz. Baran Tursun, Çağdaş Gedik ve diğerleri) ama yine de tanırız onu. Ne var ki, Yunan anarşistleri aynı fikirde değildir, kolluk kuvvetlerinin bu “münferit” pervasızlığı karşısında yüksek mercilere dilekçe yazmak yerine doğrudan eylemi seçerler. Başta Atina, Selanik ve Patras gibi büyük kentler olmak üzere tüm ülke sokak savaşlarıyla, resmi kurumlara ve kapitalizmin simgesi haline gelen mülklere yönelik sabotajlarla adeta abluka altına alınır. Bu yazının kaleme alındığı tarih itibariyle olaylar, beklenenin aksine pek de hafiflemeden, devam ediyor.

GÖSTERİLER APOLİTİK DEĞİL POLİTİK

Yunanistan’da parlayıp akabinde Avrupa’nın belli başlı kentlerinde de yankı ve destek bulan bu olayları başı bozuk bir güruhun intikamcı öfkesine bağlamak, sadece arkada yatan politik bağlamı gözden kaçırmakla kalmıyor, aynı zamanda konuyu zaten baştan beri bu sulara çekmeye çalışan sağın da ekmeğine yağ sürüyor. Oysa tüm bu yıkıntı döküntünün altında yaşanan şey radikal siyaset anlamında paradigmatik denebilecek bir dönüşüm.

1999’da Seattle’daki antikapitalist karnavalda ete kemiğe bürünen, coğrafyanın ve hayatın her veçhesindeki mücadeleleri kapsama gayreti gösteren, anarşizmin öteden beri taşıya geldiği düsturların (yerellik, otorite ve hiyerarşi karşıtlığı, doğrudan eylem, anti-militarizm, feminizm, ekolojik duyarlılık, otonomi, yatay örgütlenme vs.) gerçeklikle sınandığı küresel ölçekli bir muhalefet hareketi bu.

GERÇEKTEN KORKUTUCU OLAN NE

Yunanistan sokaklarını dolduran gençler rutin hayatlarını tehlike dozu yüksek eğlencelerle çekilir kılmaya çalışan holiganlar değil, akşam eve bir iki parça son moda giysi götürmek için uzun zamandır önünden imrenerek geçtikleri vitrinlerin yerle bir edilmesini bekleyen fırsatçılar hiç değil. Olmadıkları daha pek çok şey var şüphesiz, ama kanımca burada asıl ne olduklarını söylemek gerek. Yaşananları kriminal bir pencereden görmeye programlı gözlere inat, verili normlar ve kurumlar içerisine sıkıştırılmış siyaseti hem kuvvede hem fiilde alaşağı edecek bir formasyonun temsilcisi bu gençler. Belki de asıl bu yüzden tepki çekiyorlar, belki de asıl bu yüzden hem sağda hem solda çöreklenmiş siyaset erbabının kıskançlık dolu nazarlarına maruz kalıyorlar.

Gerçek şu ki, “kaza kurşunun bağlı bir trajediyi suistimal etmek” adlı iple inilemeyecek derinlikte bir politik tavır var burada. Medya ve çeşitli çevreler tarafından “yıkıcı” olarak nitelenen insanlar; yıllardan beri kolektifler, otonomlar, işgal evleri şeklinde örgütlenen, karar alımında doğrudan demokrasi ilkesini işleten, tahakkümcü ilişki yapılarından azade, kapitalizme alternatif bir hayat tarzını “hemen, şimdi, burada” inşa etmeye çalışan bir hareketin taşıyıcıları. Üstelik bu hareket, iddia edilenin aksine pek de öyle izole de sayılmaz. Sadece anarşist/ anti-otoriter gruplar arasında kurulan ulusal ve uluslar arası bir ağdan bahsetmiyoruz, bir yanıyla emek hareketine diğer yanıyla kültürel, cinsel, sivil, çevreci vs. taleplere temas eden, deyim yerindeyse yepyeni bir enternasyonel söz konusu. Bugün Yunanistan’da polisler sadece Molotoflar karşısında çaresiz kalmıyor, galeyana gelmiş(!) ev kadınları tarafından atılan saksılardan da kaçınmaya çalışıyor. Ve anarşistler, tıpkı Agyos Dimitrios Belediyesi işgalinde olduğu gibi sadece otoriteye sınırlarını hatırlatmakla kalmıyor aynı zamanda civarda yaşayan herkesin iştirakine açık halk meclisleri topluyor.

Başvurulacak reçetelerin ve genel merkezlerin olmaması veyahut her şeyin fazla postmodern bir temsilden ibaretmiş gibi görünmesi sizi ürkütmesin, eskinin o pis kokulu rahminde yeniyi ilmek ilmek, emek emek ören bir irade var. Bugün Yunanistan’da vücut bulan isyan ruhunu paylaşabilmek için sadece biraz idrak, iyi niyet ve empati yeter de artar bile. Atina 2008’in temsil ettiği gerçek politik potansiyelin anlaşılmasının Paris 1968’inki kadar zaman almaması dileğiyle...

* ODTÜ Sosyoloji Doktora Öğrencisi / utkuusta@gmail.com
http://www.taraf.com.tr/haber/23616.htm

No Future!

 
1980’lerde, Punk hareketi, “No Future!” (gelecek yok) sloganıyla vurmuştu isyanını açığa. Neydi bu sloganın anlamı? Modernist üretimci ana akım (ki bu ana akıma sosyalistler, komünistler ve hatta kısmen bir muhalif kanat olarak anarşistler de dahildi) insan mutluluğunu devamlı olarak geleceğe ertelemiş ve toplumu bu gelecek vaadiyle üretime sürmüştü. İşte Punklar “No Future” diyerek bu aldatmacaya isyan etmişti.
 
Son derece ironiktir ki, kapitalizm, içine girdiğimiz (ve galiba sonuna yaklaştığımız) yeni dönemde, punkların bu keskin, acı ve alaycı sloganını fiiliyatta gerçeğe dönüştürdü. Üretime ve tüketime sürülen ve atomize edilen kapitalist toplumlarda artık, özellikle yeni yetişen gençlik için gelecek diye bir şey yok. Kapitalizm, aşırı uzmanlaşmaya dayanan üretim teknikleriyle iş alanında istihdamı asgariye indiriyor, tamamen paranın hakimiyetine dayanan üst derecede uzman yetiştirmeye yönelik bir eğitimi devreye sokuyor, böylece gençliği, hatta yüksek öğretim gören gençliği hiçbir geleceği olmayan, atomize olmuş potansiyel işsizler ordusuna dönüştürüyor.
 
Kapitalizmin bu geleceksiz işsiz yığınlarına bulduğu tek çare sosyal devlet. Sosyal devlet, kapitalizmin atomize ettiği, gelecekten yoksun bıraktığı bu potansiyel işsizler ordusunun tehlikeli bir sosyal patlama unsuruna dönüşmesini önlemek üzere devreye giriyor, bu kitleyi sosyal yardımlarla kıt kanaat yaşatarak tehlikenin önünde bir baraj oluşturuyor.
 
Evet ama kriz gelip kapıya dayandı ve sosyal devlet, yine kapitalizmin ihtiyaçlarına paralel olarak kırpılıp durmaktadır. Öte yandan, sosyal devletin kapatamadığı gedikler şimdiden net bir şekilde görülmektedir: işte üç yıl önceki Fransa, işte bugünkü Yunanistan.
 
Fransa, kapitalizmin bilinen atomizasyonuna ve gençliği geleceksiz bırakmasına ek olarak, bir de kendi eski sömürge nüfusundan gelen gençleri ve göçmenleri, bırakın gelecekten yoksun bırakmayı, bugünkü yaşam olanaklarından bile yoksun bırakan bir gettolaştırma veya gettolara hapsetme siyaseti izlemişti. Bu gettolardaki gençler, hem gelecekten, hem de topluma ilişkin her şeyden, kültürden de yoksun bir şekilde bu gettolarda yaşamaya (buna yaşamak denirse) mahkûm edilmişti. Dışlanan ve sürülen bu gençler, kendi aralarında bir alt kültür oluşturup ayaklandı, ne var ki, ayaklanmaları umudun değil, umutsuzluğun ürünüydü. Yanan arabaların alevleri bu gençlerin her türlü yaşam umudunu da yakıp kül ediyordu sanki.
 
Bugün ayaklanmanın Avrupa’nın diğer kapitalist ülkelerinde değil de Yunanistan’da başlamasının nedeni, Yunanistan’ın sosyal devletinin Avrupa’daki en zayıf sosyal devleti olmasıdır kanımca. Kapitalizm bu ülkede de diğer kapitalist ülkelerde olduğu gibi insanları atomize edip geleceksiz bırakmış, ancak bu noktada devreye giren sosyal devlet, diğer Avrupa ülkelerinden farklı olarak, sosyal uyuşturma görevini yapamayacak ölçüde zayıf kalmıştır.
 
Öte yandan, Yunanistan’daki ayaklanma Fransa’dan önemli farklılıklar içermektedir. Buradaki ayaklanma, henüz yeni bir toplum oluşturma deneylerine dönüşmüş olmasa da, umutsuzluğun değil, umudun parladığı, hatta tüm dünyaya da taze umut aşılayan bir ayaklanmadır. Çünkü burada ayaklananlar umutsuz ve geleceksiz getto gençleri değil, geleceksizliğin bilincinde ve bu yüzden de kendi geleceğini tayin etme umudu olan her sınıf ve katmandan gençlerdir. Hatta bu ayaklanma gençlerle de kısıtlı değildir. Toplumun bütün sınıflarını sardığı ölçüde toplumsal bir umut olma potansiyeli taşıyan bir sosyal patlamadır.
 
Bazı arkadaşlar, Türkiye’de polis o kadar insan öldürüyor, bizde neden olmuyor böyle bir tepki diye soruyor. Polis baskısının kanıksanmış olması, 12 Eylül’ün etkisi gibi etkenleri bir yana bırakırsak, bana kalırsa, Türkiye’nin henüz bir Yunanistan’a dönüşememesinin nedeni, geleneksel cemaat yapılarının ve aile dayanışmasının kapitalizm tarafından henüz yeterince çözülmemiş olmasıdır. Evet kapitalizm, Türkiye’de de insanları atomize ediyor, insanları işsiz, gençleri geleceksiz bırakıyor, üstelik Türkiye’de, Yunanistan’daki kadar bile bir sosyal devlet yok. Evet ama Türkiye’de cemaat, köy ve aile dayanışması, Yunanistan’daki kadar çözülmüş ve ortadan kalkmış değil. Kapitalizmin yarattığı atomizasyona karşı insanların hâlâ sığınacakları bir aileleri, bir köyleri, bir cemaatleri, akrabaları var. Eğer bu olmasaydı, Türkiye’deki sosyal patlama, Yunanistan’dan bile çok daha şiddetli olabilirdi. Sorunu insanların korkaklığı ya da gevşekliği vb. gibi karakter özellikleriyle açıklamak sosyolojik bir çözüm olarak pek o kadar açıklayıcı değil.
 
Peki, ne olacak Yunanistan’da? Daha doğrusu ne olmasını bekliyoruz? Tabii herkesin beklentisi farklı olabilir. Ama devrimci bir bakış açısından, Galya Horozu’nun Yunanistan’da ötmeye başladığını, o tatlı ötüşün kulaklarımıza güzel bir şarkı gibi ulaştığını söyleyebiliriz. Evet ama bu kadarı yeter mi? Şimdi, gazeteler kızıl kara bayraklı anarşistlerden söz ediyor, öyle ki, Türk medyasında, bugüne kadar görmezden geldikleri anarşistlerle röportaj yarışı bile başlamış durumda. Anarşistlerin bu ayaklanmada önemli bir rol oynadığı bir gerçek. Ayaklanma kültürünü canlı tutan bugüne kadar anarşistler oldu. Stalinist gelenekten gelen Yunan Komünist Partisi ise, “provakatörler” diye ferlyadı basıyor her zamanki gibi.
 
Evet ama iş ayaklanma kültürüyle bitmiyor. Bakunin’in ünlü, “yıkma güdüsü aynı zamanda yapıcı bir güdüdür” sözü bugüne kadar daha çok, “yıkarsan yaparsın da” biçiminde anlaşıldı. Bu o kadar yanlış değil ama eksik. İşin bir de şu yanı var. Yapma umudu varsa yıkmak da kolaylaşır. Bugün görüldüğü kadarıyla hareketin yıkma gücü var ama yapma yönü zayıf.
 
Bunu biraz daha açayım. Nedir yıkılması gereken? Üretim toplumu, tüketim toplumu, kâr toplumu, silah ve şiddet toplumu. İşte bunların yıkılması, yerine şunların konması gerekiyor: asgari üretim, asgari tüketim, asgari çalışma (kapitalizmin kâr sistemi olmasa günde iki saatlik bir çalışmayla bu dünya cennet olur aslında), kâr yerine dayanışma ve işbirliği, karşılıklı yardımlaşma, tüm silâhların ve şiddet araçlarının imha edildiği bir toplum. Evet ama bütün bunların yapılabilmesi insan unsuruna bağlı. İnsan unsurunun değişimi de devasa bir kültürel devrimi gerektiriyor. İşte 68’in büyüklüğü buradan geliyor. 68, “Never work” (asla çalışma) sloganını atarak iki yüz yıldır aynı yönde akan toplumların önüne yeni bir yol çağrısıyla çıktı. İşte böyle büyük bir değişim gerekiyor. 1968’de de anarşistlerin büyük rolü vardı ama böylesine çağ değiştiren bir sloganı anarşistler icat edemedi de, anarşizmden esinlenen sitüatiyonistler ortaya attı. Anarşizm, çeşitli ayaklanmalarda en önde yıkıcı bayraklarını yükseltirken yeni topluma ilişkin önerilerinde ne yazık ki yeterince başarılı olamadı. Bunda, anarşist “ata”lardan örneğin Proudhon veya Kropotkin’in de “üretimci” olmalarının rolü olabilir mi?
 
Her neyse, Yunanistan’daki ayaklanmanın ne yönde seyredeceğini göreceğiz. Belki de ayaklanma ve öfke bir süreliğine yatışacak. Ama bu, ayaklanmanın durduğu anlamına gelmez. Bu toplumun, bu devleti ve bu sistemi kaldırmadığı ortaya çıktı. Bütün sorun, bu toplumun kendi yeni toplumun öğelerini adım adım örneklerle ortaya koymaya, yeni bir kültürel atılımın ve devrimin başlangıç adımlarını atmaya başlamasında.
 
 
Gün Zileli
16 Aralık 2008

15 aralık gösterileri

6 Aralık 2008 Cumartesi Atina Exarchia'da, 15 yaşındaki yoldaşımız
Alexandros Grigoropoulos göğsüne isabet eden bir kurşunla polis
tarafından katledilmişti. Bugüne kadar hızla  artan Yunanistan’da ve diğer ülkelerde ki dayanışma eylemlerine, bir ses de Belçika’nın Gent şehrinden geldi. Anarşistler ‘’3 gün önce 15 Aralık 2008 tarihinde kapitalizm karşıtı sistemin reformist sürecine karşı (iş ve finans güvenliği, halkın sağlığı ile ilgili) bir protesto gösterisi olacak Biz bu bağlamda herkesi bizimle birlikte anti- kapitalist cephe kurmaya; kapitalistlerin boş sloganlarından ve yarattıkları vahşetten hesap sormak için çağırıyoruz. Ayrıca Yunanistan’ da ki isyana ve öldürülen yoldaşımız Andreas Grıgoropoules dayanışmayı ifade etmek istiyoruz Sloganımız “DEĞİŞİMİN TAM ZAMANIDIR” ‘’ bir bildiri yayınlayarak tüm muhalif insanları Yunanistan’da ki yoldaşlarımıza destek olmak  şiarıyla çağrı yapıldı. Bu sese kulak veren insanlar bugün saat 19:00dan itibaren Kouter meydanında toplanmaya başladılar. Anarşistler Otonomlar, CNT-AİT Belçika Seksiyonu, Anti Otoriterler ve LSP adında Troçkist parti( Sosyalist Sol) gibi gruplar eyleme katıldı. Anarşistlerin meşaleleri yakmasıyla birlikte maytaplar havalarda uçmaya başladı, bir anda kulağımızı sağır edercesine patlamalar oldu. Bununla birlikte yürüyüş başlamış oldu, çok az polis vardı, onlarda uzaktan eskortluk yapıyorlardı. 1 saate yakın yürüyüş devam etti, yürüyüş sırasında sokaklarda maytap yağmuru devam ediyordu. Anarşistler yavaş yavaş isyan şarkıları söylemeye başlıyorlardı, sıksık ‘’ No Justice, No Peace ,Fuck the Police’’ sloganları Gent’in dar sokaklarında yankılanmaya başlıyordu. Yavaş yavaş polislerde neler olacağını farketti ki çoğalmaya başladılar. Yol üstünde ne kadar banka varsa boyalar fırlatıldı bankalara. Kısa da olsa sivil polislerle arbede yaşandı, baş edemeyecekleri anlayınca polisler geri çekildi. Nihayet eylemin biteceği 1mayıs meydanına gelindi, burada LSP sözde dayanışma amaçlı platform kurmuştu, işi o kadar sulandırdılar ki sanki organizasyonu kendileri yapmış gibi hareket ediyorlardı. İnsanların sabrı kalmamıştı artık, bir anda sloganlarla Troçkistler protesto edilmeye başlandı,  konuşma yapan kişi yuhlamalar ve ıslıklar eşliğinde susturuldu.  Bir anda anarşistler bu grubu protesto ederek şehir merkezine doğru yürüyüşe geçtiler,  alanda 30-40 kişi kalmıştı. Sivil polisler bir anda kitlenin önünü kesmeye çalıştılar, polisin üzerine yürünerek, maytap yağmuruna tutuldu. Bir taraftan da boyalı bombalar atılıyordu, burjuva basından gelen kameralara da bir anda boya saldırı yapıldı. Kitle bir anda ‘‘her yer isyan ,her yer anarşi’’ diye sloganlarla inliyordu. Bir anda ilk isyan kıvılcımı atıldı Fortis bankasının camları inmeye başladı, her yerden çam sesleri geliyordu, yüzlerce banka ve burjuvaziye ait ne kadar dükkan varsa anarşistler hedefi olmuştu. Kitle ilerlerken çöp konteynırlarıyla yolları da kapamaya başladılar, Gent sokakları bir anda savaş alanına dönmüştü. Her yerden siren ve alarm sesleri gelmeye başladı, yarım saate yakın bu manzara devam etti, kitle hiçbir şekilde dağılmıyordu içlerinde ki isyan ateşi bir anda alevlenmişti, Gent’in en işlek caddesi zapteylenmişti, polis hala saldırmaya cüret edemiyordu. Anarşistler ilerlerken sürekli ses bombaları atıyorlardı, polis ne zaman yaklaşsa üzerlerine yağmur gibi yağıyordu. Biz bile kestirememiştik, ses bombalarının sonu gelmiyordu,bir türlü bitmemişti. Nihayet polislerin imdadına robocoplar gelmişti, Gent’in tam göbeğinde Korenmarkt ta polis saldırısı başladı. Anarşistlerde geri çekilirken bankalara saldırmaya devam ediyorlardı. Yavaş yavaş gözaltılar başladı, kitle gruplara ayrılınca polisin saldırısı artmıştı. Ara sokaklara doğru geri çekilirken, bizim gördüğümüz 20’ye yakın gözaltı vardı, arkadaşlardan biri sırtına sert bir darbe yemişti,tam gözaltına alınacağı sırada  elinde ki şarap şişesini yere vurarak, polislerin üzerine yürüdü. Polislerde korkmuş olacak ki geri çekildiler. Bizlerde ara sokaklardan yavaş yavaş güvenli bölgeye doğru çekildik. Gent sokaklarında polis sirenleri susmuyordu, geri çekilirken ara sokaklarda anarşistlerin eylemleri sürüyordu. Son aldığımız habere göre tespit edilebilen gözaltı alınanların sayısının 30 civarı olduğunu öğrendik. Normal koşullarda 2 saat olan gözaltı süresi 1 güne çıkarılmış, yarına arkadaşlar mahkemeye çıkartılacaklar  büyük ihtimalle. Şuan şehir merkezinde polis yığınak yapmış durumda, anarşistlerin  bir kısmı şehrin biraz dışında ki squatlara çekilmişler. Bu konuyla ilgili öğrene bildiklerimizi sonra sizlerle paylaşacağız. Ayrıca elimde anarşistlerin dağıttığı iki bildiri var, Flamanca bildiriler, bir yolunu bulup çevireceğiz.
Anarşiyle kalın.
 
No Justice, No Peace ,Fuck the Police

Bu günler Alex’in günleri.

21.Yüzyılın ilk Liberter Ayaklanması

iç-mihrak'ın ve ondan önce Caner'in başladığı yerden devam etmek gerek; Caner 'bizim yüz yılımız başlıyor' derken çok haklıydı. Ki s.e.t'in de ayaklanmaya ilk tepkisi '21. yüzyılın ilk liberter ayaklanması' olarak konmuştu. 
  
Gün Zileli Birgün'deki 'no future' yazısında 68 Fransa ve Situasyonist hareket ile bağlarda kuran çözümlemeler yapmış, bu önemli tabii. Ama Atina ile başlayan ayaklanma kuşkusuz Anarşist hareketin başlatıcılığı, sürdürücü ısrarı ve cüretkarlığı ile 68 Fransa ve Situasyonist pratikten ayrılır. Situasyonistler bir ayaklanmanın hayaletini çağıran bir teori icat edip, bunun gerçekleşmesi için her türlü ajit-prop aracını kullanmışlardı. Bu birikim, farklı birimlerle birleşip Mayıs'ta patlarken, Atina ayaklanmasında teorisyen bir grup yoktur. Ayaklanma teorisi eylem alanı içinde gelişmekteydi. Yine Caner'in pusulalarından ve farklı dost kaynaklardan gelen haberler ayaklanmanın karşı-kentçi, öz yönetimci doğrudan demokrasi deneylerine açılmaya başladığını gösteriyor, ki bu da eylem anında gelişen devrimci teoriye güzel bir örnektir. Anarşizmin aslında örgütlenmek olduğunu gösteren pratikler. Kuramın eylem içinde büyümesi doğal bir şey, kimse 150 yıl önce yazılan bir kuram ile gündelik hayatta devrime soyunamaz ve oradan ayaklanmaları kışkırtamaz. Bu günün teorisi geçmişin devrimci derslerinden kuvvet alsa da bu günün pratiği içinden doğacaktır.
 
  
Bu noktada ayaklanmadaki Anarşist damar 68'den çok 1936 İspanya devrimi ile karşılaştırabilir belki de. Çünkü ortada her hangi bir sosyalist grubun değil, anarşistlerin öncülük ettiği bir isyan vardır. İsyanı devrime götürme kabiliyeti Atina ayaklanmasının geleceğe bıraktığı temel tartışma olacaktır. Ayaklanmayı anarşistler başlatması 21 yüz yıl devrimci hareketinin özne sorununa bir cevaptır ve çok hayatidir. Seattle ile başlayan süreç zapatizmo sivil toplumculuğu, salt protestocu tavırlara, her türden reformizme, bizde dsip örneğinde görülen mahçup bir Troçkizme evrildi kaldı. Radikal hareketi başlatan,  bedel ödeyen, protestoculuğu isyana çeviren Anarşist hareketin büyüttüğü ayaklanmayı sahiplenmesi çok önemli bu açıdan. İsyanı başlatan, büyüten, örgütleyen anarşizmdir ve bu 21 yüz yıl özgürlükçü hareketi için bir mihenk taşıdır. 
 
KP hareketin isyancı yönünü törpüleyecektir, ki Mayıs 68'de bu olmuştu. Bu yüzden önceden belirli genel grev ile liberter ayaklanma iç içe geçmemiştir. Oysa öğrenciler ve öğretmenler direkt bir parçası olarak ayaklanmaya dahil olabildiler. Burjuva medyanın metafizik ayaklanma tahlilleri sürekli 'ekonomik-sosyal sebepler ve sorunlu gençlik' ile başlarken; işçi sınıfının eyleme geçme çekimserliği ayaklanmayı salt sosyo-ekonomik açıklamalara götüren burjuva medyayı yalanlar (burada medya ile Kp'nin benzer ekonomizm hayallerini kurguladıkları ilginç bir detay) 
  
Ayaklanma şiddet konusunda herkesten  etik bir tutarlılık beklemektedir. Ayaklanmaya sempati duyan herkes şiddet eylemlerini benimsemeyebilir, ama eylem anında bunu eleştirme lüksü kimse de olamaz. Burada Atina Sürrealist Grubun tavrı takdire sayandır, şiddet eylemini benimsemeseler de şiddet eylemlerini meşru sayan ve ayaklanmanın içinde bir parçası olmaktan kaçınmayan bir bakış. Şiddeti benimsemeyen arkadaşlardan aynı etik tavrı her yerde beklemeliyiz. Burada şiddet karşıtı reformist söylemden çok ilk günlerin öfkesi ile ateşe verilen sıradan dükkan sahiplerinin sağcı milisler tarafından örgütlenme riski tartışılmalıdır. Bazı yaşanan örnekler bunu doğrulamıştır. Devlet terörüne karşı patlayacak bir isyanı bastırma görevi -ki devlet kan dökememektedir şu an- paramiliter gruplara havale edilecektir. 
Kuramın eylem içinde büyümesi doğal bir şey, kimse 150 yıl önce yazılan bir kuram ile gündelik hayatta devrime soyunamaz ve oradan ayaklanmaları kışkırtamaz. Bu günün teorisi geçmişin devrimci derslerinden kuvvet alsa da bu günün pratiği içinden doğacaktır.
                                Bay Perşembe
(Anarsistiletisimden alinti.)

15 aralıktan haberler

#22, 14:42 Lise öğrencileri polisin vahşi saldırısına uğradı; d

#22, 14:42 Lise öğrencileri polisin vahşi saldırısına uğradı; dört
kişinin daha mahkeme öncesinde tutuklanma emri verildi
Pazartesi, 15 Aralık 2008
17.36 Propylea'da müzisyenlerin bir protestosu isyan polisi tarafından
çembere alınarak göz-yaşartıcı gazlandı (!) Saldırı sırasında
müzisyenler bir parça çalıyorlardı. Polislerin yeni stoklarındaki göz
yaşartıcı gazı ilk defa kullandıklarına dair söylentiler var; görünen
o ki bu bir tür paralitik göz yaşartıcı gaz…

14.52 Geçen hafta gözaltına alınanların dördü daha, bugün mahkemeye
çıkarılmadan tutuklanmaları emrini veren (ki Yunanistan'da bu
[tutukluluk hali] bir yıldan fazla sürebiliyor ve genelde de sürüyor)
savcının önüne çıkarıldı. Küçük kentlerde (yani Kozani ve Larissa'da)
gözaltına alınanların mahkeme öncesi tutuklanmalarıyla birleşince bu,
Yunan "adalet"inin isyana katılan şüpheli herkese sıfır tolerans
göstereceğini gösteriyor. Savcının Kozani'deki gözaltındakilere
söylediği sözlerle, "artık polis sizlerle uğraşamıyor; bu nedenle biz
ilgileneceğiz".

14.42 Aleksandras Bulvarı'ndaki polis karargahının önündeki
öğrencilerin barışçıl oturma eylemi herhangi bir kışkırtma olmadığı
halde polisin göz yaşartıcı gazla saldırısına uğradı. Kalabalık üç
gruba ayrıldı; her biri de taşlarla ve spontan küçük barikatlar
kurarak çatışmaya başladı. Birisi genç bir erkek öğrenci olmak üzere
en az iki kişi gözaltına alındı, kelepçelendi ve ardından gözlerimizin
önünde [üzerine] gözyaşartıcı gaz sıkılarak tekmelendi. İnsanlar onu
polisten korumaya çalıştılar ancak bu imkansızdı. Indymedia bir başka
genç kadın öğrencinin domuzlar tarafından başında yaralandığını
bildiriyor. Sokaklardaki polis karşıtı duyarlılık gerçekten inanılmaz.


a-infos

İç Savaş'tayız: Faşistlerle, bankerlerle, devletle, itaatkar bir toplum tasavvur eden medya ile.

12 Aralık 2008, Cuma

... yukarıdaki alıntının anarşistlerin bir bildirisinden olduğu yanılgısına düşebilirsiniz; ne yazık ki değil -bu Atina'daki Agios Dimitros kenar mahallesi çalışanlarının bildirisinde yayınlandı. Aşağıdaki söz verildiği gibi bildirinin kabaca bir çevirisi. Bazı yoldaşlarımıza söylediği gibi, daha çok insanı sokaklara çekebilmek için bildirinin olabildiğince gösterişsiz tutulduğu akılda tutulmalıdır.



Bildiri

Cumartesi gecesi, Yunan polisi 15 yaşındaki bir öğrenciyi katletti.

Onun katledilmesi bardağı taşıran son damla oldu.

Bu özelleştirme tehdidiyle üniversite ve lise öğrencilerine, farklı renkte doğdukları için eziyet görmeye devam eden göçmenlere, tazminatsız çalışıp ölen işçilere, devlet terörizmi ve Altın Şafak'ın yönelttiği eşgüdümlü eylemlerin devamıdır.

Mahkemeleriyle geçtiğimiz yaz çıkardığı orman yangınlarını örtbas eden hükümet, şu anda bitin büyük şehirlerin yanmasından da sorumludur. Hükümet, cep telefonu engelleme skandalına karışan, çalışanların sigorta fonlarını yağmalayan, göçmenleri kaçıran, sıradan insanlardan çalarak bankaları ve manastırları kurtaran tüm mali suçluları korudu.

İç Savaş'tayız: Faşistlerle, bankerlerle, devletle, itaatkar bir toplum tasavvur eden medya ile.

Bağışlamak yok, nihayet ruhları dinginleştirmek için bir kez daha komplo teorilerini kullanıyorlar.

Yoğunlaşan bu öfke bir şekilde ifade edilmeliydi, ve hiçbir şekilde sona ermemeli.

Dünyada manşetlere çıktığımız heryerde, insanların ayaklanması an meselesiydi.

Fakirlerin, işsizlerin, yarı zamanlı işçilerin, evsizlerin, göçmenlerin ve gençliğin kuşağı, bütün "vitrinleri" paramparça edecek ve itaatkar vatandaşları Amerikan rüyalarından uyandıracak olan kuşaktır.


Haberleri izlemeyin bilinç sokakta doğar.

Gençler öldürüldüğünde yaşlı insanlar uyumamalı.

Güle güle Alexandros, seninki akan son masum insan kanı olsun.