19 Aralık 2008 Cuma
Yeni Tv İşgalleri
Bir TV istasyonu daha işgal edildi, Atina ve Selanik'te yeni eylemler, Devletin Katillerine Karşı Uluslararası Eylem Günü'nün son hazırlıkları
Chania'daki "Kydon TV", medyanın isyanı örtbas eden yalanlarını açığa çıkarmak için bugün işgal edildi. Son birkaç günde onlarca TV ve radyo istasyonu işgali gerçekleşti.
Propylea Atina'da devlet baskısına karşı büyük bir konser başlamak üzere. Egaleo (Atina), Sintagma (parlamento) ve Selanik'te eylemler planlanıyor. Hepimiz yarın için, devletin katillerine karşı uluslararası eylem günü için hazırlanıyoruz. Lütfen eylemlerinizi bu blogda ve burada bildiriniz.
Kaynak: http://www.occupiedlondon.org/blog/2008/12/19/29-1619-yet-another-tv-station-occupied-fresh-demos-in-athens-and-thessaloniki-final-build-up-for-international-day-of-action-against-state-murders/
(Kendini) Tahrip Yaratımdandır
(işgal edilmiş atine ekonomi üniversitesinde "ayaklanmış kızlar" tarafından yazılarak dağıtılmış bir bildirinin kolektif çevirisi)
6. aralık gecesini kolayca unutmuyoruz. Unutmuyoruz çünkü Alexis'in ölümü anlaşılmazdı. Devletin şiddeti, ne kadar egemenliğinin yapıcılığının formlarında cisimleştirilmeye çalışılsa da, şiddetin maskaraca formlarında yeniden ortaya çıkacaktır. Devlet her zaman yapısında disiplin, gözetim ve canlıların kontrolünün modern buyruğunun arka yüzü olan itaatsizliğini koruyacaktır - daha çok itaatsiz kısımların imhasını seçerek ve kararlılığının politik değerini ödemeye hazır olarak.
Aynasızlar "sen" diye bağırdığında, bu buyruğun yöneldiği ve otoritenin yönünde (aynasızların çağrısının geldiği yönde), vücut bulan kişi otoritenin ürettiği bu intikamcı sese madem ki cevap verir; suçsuzdur. Ne zaman ki kişi meydan okur ve itaatsizlik eder, bu itaatsizliğin zararsızlığı ne seviyede olursa olsun (aynasızlar üstüne bir molotof kokteyli değil de bir su şişesi atmış olsun), otoritenin anlayışı kaybolur ve birbaşka hale dönüşür: cezalandırıcı olmak zorunda olan bir saldırı. Ne zamanki faşist aynasızın erkeksi şerefiyle alay edilir, (kendisinin de söylediği gibi) çocuklarını ve ailesini korumak için öldürmeye kadar gidebilir. Ahlaki buyruk ve erkek egemenliği -başka bir deyişle sembolik ve kaba şiddetin en tipik formu- Alexis'in ölümünü olası kıldı, cinayeti haklı gösterdiler, bu cinayetin etrafında bir "hakikat" ürettiler ve onu gerçeklik kıldılar.
Buna paralel olarak, gölgesinin işlendiği yaşamlarda bir anlam taşıyan ölümün trajik ucu[yla], ayaklanma gerçekliğe dönüştü: kırık zaman ve mekanın, yapısızlaştırılmış yapılanmanın, olan ve oluşan arasındaki sınırın bu kavranılmaz kasılması ve sosyal ritimlerin öngörülemezliği.
Zevk ve oyunun, korkunun, tutku ve öfkenin, karışıklığın, ciddi, dinamik ve birçok vaadi olan bilincin anı. Bağımsız olarak, korkutabilecek, yarattığı kendiliğindenlikleri koruyabilecek, her anı aralıksız olarak önceden olanlardan farklı olması için reddedebilecek bir an: normallikte boğulan, meşrulaştırılmış bir ayaklanmada karaya oturmaktansa, ondan kendisini koruyarak bir başka otorite formuna dönüşmüş bir ayaklanma.
Bu ayaklanma nasıl olası oldu? Başkaldıranlar hangi hakkı sahipleniyor, hangi anda ve hangi ölüm için? Nasıl bu sembol toplumsallaştırıldı? Alexis "bizim Alexisimiz"di, bir "öteki", yabancı, göçmen değildi. Liseliler onunla [Alexis'le] kendilerini özdeşleştirebildi, anneler kendi çocukları için korktu; liselilerin sesleri onu bir ulusal kahraman haline getirdi. Bizi ilgilendiren bu 15 yaşındaki çocuk, yaşamı yaşamayı hak ediyordu, sonu halkın yaşamına karşı bir saldırıydı - ve bu nedenle Alex'in matemi olası ve hemen hemen kaçınılmazdı. Bu ortam Alexis'in kendini özdeşleştiremediği gibi, kendini özdeşleştiremedikleri şeylere karşı ayaklanan bir topluluğa -bize- dönüştü. Öyle bir topluluk ki, aramızda ayrıcalığa sahibiz çünkü diğerleri, onlar gibi bizi tanıyor. Alexis'in öyküsü sonundan itibaren yazılacak. Neşeli bir çocuk diyorlar. Önceden haber verme yetimizin olmadığı ayaklanma, otoritenin kendi çatlakları arasında olanaklı oluyor: hangi canlının toplumsal güç ilişkileri ağında sıkıntı verdiğine karar veren bir otorite. Ayaklanma, toplumsal kuralsızlığın bu ilahisi, kuralların bir ürünüdür... Bu bizim toplumsal bedenlerimiz için, bizim "kendi" kökü kazınmış bedenlerimizin ayaklanmasıdır. Kurşun tüm küreselliğiyle topluma karşı atılmıştır. Bu ayaklanma kendi güvenliğinin devlete ve organizmalarına yansıdığını sanan her demokratik burjuva için dondurucu oldu. Kurşun topluma karşı açılan savaşın bildirisi oldu. Toplum sözleşmesi parçalandı - artık konsensüs yok. Direnişin ahlaki ve politik eylemliliği olanaklı, anlaşılır, doğru ve toplumsal dokuyu kapsayan sembolik egemen buyruğun adalet koşulları ve vadeleri görünür kılınıyor.
Bu çıkış noktası isyanın haklılığını geçersiz kılmıyor. Çünkü baskın söylem, adlandıran otorite ona biçim ve anlam yüklüyor, hiyerarşik toplumsal ilişkileri denetleyen toplumsal kesitin kavramlarından türetilen baskın değerlerin ölçeklerini saptayan otorite, çoktan bu topluluğun “genç kukuletalılar”ını gözden çıkarttı. Onları, itaatsizliğin sınırlarını saptamak için toplumun tehlikeli alanına yerleştirdiler.
Direnmemizi buyuruyorlar ama bu şekilde olmadığını söylüyor çünkü bu tehlikeli. İktidarın yarattığı ve zincire vurduğu tutsaklar olsak da, nasıl bir toplumsal meşrutiyet sonucu bu noktaya geldik ki hem içindeyiz onun, hem de karşısındayız. Biz, kim olduğumuzu değiştirme gayreti içinde yaptıklarımızdan ibaretiz. Kesinliğimize tanık olan bu tarihsel hareketin içeriğinin kabul edilmesini görmeyi dili diliyoruz, karanlıkta kaybolacak anlamları değil.
Bu otoritenin boyun eğmek ve eylemin özerkliği arasındaki sert tavırlı sınırdan geçmesi olanaksız çünkü şayet asiler aynasızlara meydan okumak için cesaretlerini kanıtlamak zorunda kalırlarsa aynı zamanda sorgulanmak zorunda da kalırlar ve aynasızlarla çarpışmak için otoriteyi kullanırlar çünkü otorite bunu kurar. Bu çelişki öznelliğimizin merkezinden gelir. Bu, bizim dışımızda ve bizde, ne oluyor kim eziliyor diye sorduğumuz ve sessizlikten başka hiçbir şey duymadığımız sakin gecelerde bizi rahatsız eden ve isyanın kenarlarında yer alan ihtişamlı ahlaka şekil veren uyuşmazlıktır.
Hiç bir şey birlikte bulunduğu manadan ayrı var olmaz. Direniş stratejileri otoriter stratejiler şeklinde biçimini yitirebilir: Eğer dünyaya meydan okurken aynı anda bu dünyanın bir parçasını oluşturduğumuz kendimize karşı da savaşmazsak, kaos toplumsal ilişkilerde yeniden bir hiyerarşi yaratacaktır: Bu dünyanın düzenlediği ahlaki ve politik sınırlar arasında, içlerinde var olduğumuz ahlaki ve politik ağlar içinde büyüdük... Telaş içerisinde sürükleyen maço tavırlara bir son vermez, otoriter pozisyonlara dönüşen pozisyonları kabul edersek kaos hiyerarşiye dönüşecektir.
çeviri: M. & L.
İzmir'de Yunanistan'daki İsyanla Dayanışma Eylemi Duyurusu
orada okul isgallerinde bulunan yoldaslarimiz tarafindan
20 Aralik günü dayanisma ve direnis günü olarak ilan edildi.
Biz de bu amacla hem Yunanistan'la dayanisma
hem de bu topraklarda özgürlük ve anarsi mücadelesini
yükseltmek adina 20 Aralik icin Alakasizlar ve Kara Blok İzmir olarak söyle bir eylem plani cikardik.
* Yürüyüsümüz Eski Sümerbank önünden ( Konak)
Saat: 16:30'da baslayacak.
Ayrica;
* Saat 12:00'da Kibris Sehitleri Caddesi'nde yapacagimiz
sokak calismasi icin İzmir Sosyal Ekoloji ve Karsilikli Yardimlasma
Dernegi'nde bulusuyoruz. .
İzmir Sosyal Ekoloji ve Karsilikli Yardimlasma Dernegi
Adres: Kibris Sehitleri Caddesi
Muzaffer Izgü Sokagi
Du Fiesta Cafe Karsisi 1. Kat
Alsancak (Katilmak isteyen herkesi bu sokak calismasina
davet ediyoruz.)
* Kimi arkadaslarimiz saat 15:00'da Eshot İs Hani'nin önünden
(Konak Meydani, Buyuksehir Belediyesi Karsisi) baslayacak olan
Hapishaneler Katliami Protestosu yürüyüsüne katilacak. Bu arkadaslar
eylemin ardindan Eski Sümerbank'in önünde 16:30'da baslayacak
yürüyüse dahil olacak.
Dayanisma ile...
Elinden vurulan George'a ilişkin bir çeviri
Kurun 38 mm'lik bir silahtan çıkmıştı. Olay yerinde herhangi bir kovan bulunamadı. Yine de kurşunun Yunan Polisi tarafından daha önceki yıllarda kullanılan türden bir silahtan çıktığından kuşkulanılıyor. Atışın yukarıdan aşağıya yapılmış olması ateş edenin yüksek bir yere mevzilendiğini gösteriyor.
Bölgedeki insanlar silah sesini duydular ancak ateş edilen yeri ya da yönü belirleyemediler. İsmini açıklamak istemeyen bir vatandaş, haberlerde beyaz bir Citroen'den ateş edildiğini söyledi. Bu olayda polisin olay yerine 16 saat sonra gitmiş olması dikkat çekici. Polis ayrıca olayla ilgili bilgi ve ifadeleri saklı tutuyor ve silahın tipi gibi bilgileri inkar ediyor.
Not: Haber ve cevirisi Savaskarsitlari adlı mail grubundan alınmıştır.
İsyanı Doğru Okuyabilmek İçin Notlar
GÖKHAN GENÇAY
Antik dönemden beri tarihsel planda küresel kültürel birikimin olumlu veya
olumsuz birçok unsurunun arkeolojik temelinin mayalandığı topraklar, son
günlerde göz kamaştırıcı bir yıkıcılıkla parıldayan bir isyanla gündeme
yerleşti.
Felsefenin, demokrasinin, kentin ve mitolojinin anayurdu olarak ortalama
‘medeniyetperverlerin’ bilincinde ayrıcalıklı bir yere sahip
olan Yunanistan, bu sefer tüm dünyaya anarşinin de Helen etimolojisine
sahip bir sözcük olduğunu hatırlattı. Öyle ki; Yunanistan isyancı
hareketini, ve o hareketin en yaratıcı, canlı ve atak kesimini temsil eden
anarşistlerin Yunanistan’daki imrendirici geleneklerini bilmeyen,
konuya vakıf olmayanlar, 6 Aralık’ta polislerin on altı yaşındaki
anarşist Aleksi’yi öldürmesinin ardından patlayan ve gün geçtikçe
yerel/küresel çapta dalga dalga gelişen isyanı şaşkınlıkla anlamlandırmaya
çalışıyorlar.
Özellikle yaşadığımız toprakların entelijansiyası; gazetecisi,
akademisyeni, geleneksel solcusu ve kanaat önderiyle, topyekûn bu isyancı
dinamiği analiz etmeye soyunuyor son günlerde. Ancak bu analiz çabaları
öyle ucube noktalara ulaşıyor ki, sapla samanın karıştırılmasını vakayı
adiyeden sayarak ehven-i şer bağlamında -naif ölçütlerde olduğu müddetçe-
bu karmaşayı makbul karşılayacağımız bir ortalama düzeyin varlığından söz
edebiliriz doğrusu. Çünkü mevzu gayet derin ve yüzeysel yargıların altını
oyacak bir aktif dinamiği içeriyor. Hatta, coğrafi olarak burnumuzun
dibinde olarak tarif edeceğimiz koordinatlarda yer alan Yunanistan, -ne
ilginçtir ki- sıra sistem karşıtlarının, isyancıların refleksleri ve
kültürel değer yargıları düzleminde bir kıyasa geldiğinde, yaşadığımız
topraklara bir hayli uzak görünüyor.
Bu uzaklığa ve bu uzaklığın sorumlularına yönelik kısa birkaç kelam
etmeden önce anaakım iletişim organlarından üzerimize püskürtülen
tespitleri hatırlamak faydalı olacak gibi. Çünkü bu saydığımız aktörlerin
ekseriyetinin niyeti, mevcut durum üzerine hakiki bir inceleme yapmak, ve
ardından bu doğrultuda pozitif derslerle kendini zenginleştirmek
motivasyonundan şekillenmiyor; tam tersine, çabalarının örtülü içeriğinde
ağırlıklı olarak, fiilen pratikte yaşanan süreci kendi meşreplerine
uydurma kaygısı öne çıkıyor maalesef.
-Mahşerin üç atlısı-
Yunanistan isyanına yönelik analizlerde, okuma/algılama çabalarında -kendi
içlerinde daha geniş alt gruplar da barındıran- kabaca üç manipülatif ana
grup mevcut: Bunlardan birincisi, gelişen olayların, polis şiddetine karşı
sivil toplumun demokratik tepkisi ekseninde şekillendiğini ve bu noktadan
meseleye yaklaşıp “aşırı unsurlar” (siz anarşistler diye
okuyun bunu) bir tarafa bırakıldığında parlamenter demokrasinin
derinleştirmesi için kurumsal potansiyellerin mevcut olduğunu ifade
edenlerden oluşuyor. Bu tayfanın genelde AB taraftarlığı ve liberallik
ekseninde bir ideolojik duruşu olduğundan, ne şiş yansın ne de kebap
misali, bir yandan Aleksi’yi vuran polislerin sembolize ettiği
şiddetin keyfiyetine karşı demokratik reformları savunurlarken, bir yandan
da polise, devlete, şirketlere karşı meşru bir öfkeyle başkaldıran
insanlara itidal tavsiyesinde bulunabiliyorlar. Kısacası, liberal
kurumları ve kurulu sistemi muhafaza etme söz konusu olduğunda kaba şiddet
araçlarını değil sistemin eldiven takmış güler yüzlü yumruğunu demokratik
kazanım ufuklarının en uç sınırına yerleştirenlerin tekmili birden bu
kümede sıralanıyorlar diyebiliriz.
İkinci grupta ise tüm renk ve çeşitliliğiyle geleneksel solcular mevcut.
Stalinistinden reformistine, Troçkistinden Maoucusuna kadar tüm
hiyerarşik/homojen sol anlayışa mensup özneler, nüanslarda ayrılsalar da,
Yunanistan isyanına ve isyancılarına kendi arkaik programatik amentüleri
ekseninde bakmaya devam ediyorlar. Hareketin kendiliğindenliğini, doğrudan
demokrasi ve doğrudan eylem içeren özünü, otonom karakterini, özgürlükçü
ağlara dayanan örgütlenme kapasitesini; yani asıl ayırt edici öğelerini
eksiklik ve zaaf olarak niteleyip, klasik bir “halk
kalkışmasının” tezahürü olarak sahiplendikleri isyana içkin asıl
değerleri alttan altta görünmez kılma kaygısında ortaklaşıyorlar. Bu
gruptakiler de halkın sokaklara taşan eylemini överken, hareketin bütünsel
ölçekte teorik planda alışık oldukları gibi parti önderliğinde iktidar
perspektifi taşımayan doğasının kendi reel varoluşlarına aykırılığını
açıklayabilme, anlamlandırabilme telaşı içindeler aslında. Bu çabanın
mantıklı sonucu olarak da, Yunanistan isyanını coşkuyla selamlayan
metinlerinde bile, o isyanın erdeminin, sahip olduğu otonomist gelenek
olduğunu kabullenmekten ısrarla imtina ediyorlar. Tarihsel hatıralar
babında açtıkları, 2. Dünya Savaşı’nda çarpışan partizanlardan
Albaylar Cuntası’na direniş günlerine uzanan bir Yunanistan devrimci
geleneği manzumesinde, her ne hikmetse güncel boyutta süren isyanın asıl
öznesi konumundaki anarşistlere tek satır yer vermeme maharetini
gösterebilmeleri de dikkat çekici!
Üçüncü ve isyan karşıtlığı bağlamında en kaba biçimde tasnif
edebileceğimiz grup, tüm hizip ve kanatlarıyla sistemin reel güçlerinden
mürekkep. Yunanistan’da kırılan her mağaza vitrininin,
yakılan/tahrip edilen her ‘medeniyet sembolünün’ acısını kendi
ruhlarında, bedenlerinde hisseden muktedirler takımı bunlar. Kendi kâr
hırslarıyla yeryüzünü talan edenler, dünyadaki canlıların tümüne özgür
yaşam imkânı tanımayarak köleleştirenler, vahşetle, zorbalıkla, yalanla,
kandırmayla sosyal-siyasal iktidarlarını sürdürmekten başka kaygıları
olmayanlar ve onların çanak yalayıcıları bu kümenin bileşenleri.
Yunanistan’daki isyanın yayılması, kendi mekânlarına, nüfuz
alanlarına kadar ulaşması ihtimalini düşünmek bile ödlerini koparmaya
yetiyor bunların; hele ki yaşadığımız coğrafyada hiçbir kısıtlama ve
itirazla karşılaşmadan astıkları astık, kestikleri kestik
yaşarlarken… İstediklerini iliğine kadar sömürüp istediklerini sokak
ortasında vurma gücüne sahip oldukları bir habitatta yerli efendilerimiz,
‘komşuda’ tek bir ölümün bile böylesi bir tepkiye vesile
olmasına gizliden gizliye şaşırıyorlar. Nitekim, bu gruptan güncel
gelişmeleri okuyanların dillerine, söylemlerine daha bir birlik, daha bir
tek seslilik hakim. Hep bir ağızdan yüce devlet kurumu karşısında
hadlerini bilmeyen ‘çapulcuları’ aşağılama, onlara hakaret
etme yarışına girebiliyorlar. ( Tabii, kendini ilk olarak tarif ettiğimiz
liberal grupta gibi sunup, yazılarında bu kaba devletçi gruba kan taşıyan
‘radikal’ gazetecilerimiz de mevcut güzide
memleketimizde!)
- Hesapsız yıkıcılık paradigmaları altüst ediyor-
Bütün bu üç kümelenmenin de ontolojik farklılıklarına rağmen
ortaklaştıkları yegâne husus ise Yunanistan isyanına karakterini,
kimliğini veren anarşistlere ve anarşist eylem tarzlarına yönelik
“çapulcu, Vandal, bilinçsiz, sorumsuz vb.” gibi sıfatları
layık görmeleri. Beş benzemez siyasal akımların sözcüleri sıra
anarşistleri eleştirmeye geldiğinde benzer argümanlarla konuşur hale
gelebiliyorlar; hesapsız yıkıcılığın yaratıcı dinamiğini bir çeşit
körleşme efektiyle göremez, anlayamaz oluyorlar. Onlarca yıldır Yunanistan
coğrafyasında faal olan çeşitli eğilimlerden anarşist grupların,
otonomların (Bookchin’den esinlenenlerden sendikalistlere,
Bonanno’dan feyz alan isyancı anarşistlerden anarşist komünistlere,
Yunanistan, Avrupa’nın en güçlü ve yerleşik anarşist hareketini
barındırmaktadır) varlığını yadsıyarak süren isyanı doğru kavramak mümkün
değil oysa. Yunanistan toplumundaki otorite karşıtı, özgürlükçü kültürel
alışkanlıkların yaygınlığında bu anarşist varoluşların aktif
belirleyiciliğinin de üstünden atlanamaz.
Peki, liselerden üniversitelere, mahallelerden sendikalara toplumun her
kesiminin kendince, kendi araçlarıyla böylesi büyük bir katılımla içinde
yer aldığı, hatta devletin tüm kurumlarının çaresizce geri çekilmek
zorunda kaldığı bir isyan, tek bir somut nedene bağlanabilir mi? Bütün bu
toplumsal kesimlerin hepsini sokağa çeken aynı saikler, aynı talepler mi?
Sosyal, ekonomik, kültürel her mecradan sıkışan ve neoliberal hegemonyanın
gelecek umutlarını tümden söndürmeyi yavaş yavaş başardığı, en yaşamsal
ihtiyaçların tatmin edilmesinin bile büyük problemlere vesile olduğu
toplumsal koşullarda geniş toplumsal katmanların zaten huzursuz bir
pozisyonda yaşaması kaçınılmaz bir durum. Bu huzursuzluğun da birçok
boyutta gerilimlere kaynaklık edeceği ve patlamak için “artık
yeter” dedirtecek bir momentin yeteceği anları beklediği aşikâr.
Yunanistan toplumunun genlerine işlemiş “üniforma allerjisi”,
polisin işlediği cinayet üzerine bu gerilimi patlatan fitil işlevini
böylesi bir birikimin üzerinden kazandı. İnsanların hep beraber öfkeyle
karşısına dikilebilecekleri açık bir devlet vahşeti, adalet ve özgürlük
taleplerinin her kapsamda eylemli biçimde sokağa taşınabilmesini sağladı.
Bu bağlamda yanıtlanması zor olan asıl soru şu: Yunanistan’daki
koşullardan çok daha ağırına mahkûm edilmiş olan yaşadığımız toprakların
ezilenleri, niçin onlarcasına şahit oldukları benzer cinayetler karşısında
aynı kitlesel tepkiyi göstermiyor? Sosyal olanaklar ölçütünde çok daha
ağır bir eziyete maruz bırakılanlar neden aynı Yunanistan’daki gibi
sokağı ele geçiremiyor? Veya daha spesifik bir soruyla da konu
boyutlandırılabilir: Üç aşağı beş yukarı aynı gündelik kültürel kodlara
sahip olan Yunanistan halkı içinde anti-otoriter refleksler bu denli
güçlüyken, neden Türkiye toplumunda –muhalifleri de dahil olmak
üzere- otoriteye biat etmek genel geçer kapsayıcılığa sahip?
Bu soruların yanıtlarını, bütün iç bağlarını da ihmal etmeden düşünmek,
değerlendirmek gerekli. Yarınımız ve geleceğimiz bu kodları kırmayı
becerdiğimiz ölçüde özgürlükçü bir içeriğe bürünebilme yeteneği kazanacak.
Bu yazı kapsamında böyle ‘derin sulara’ açılmaya
soyunmayacağım ve son günlerde dost sohbetlerinde trajikomik bir üslupla
sohbet konusu yaptığımız bir anekdotla metne noktayı koyacağım.
Atina’da süren sokak çatışmalarında polisin gençlere saldırdığını
evlerinin balkonlarından izleyen orta sınıf kent sakinlerinin, bu duruma
tepki olarak balkonlarından polise çiçek saksıları fırlattığını ve bu
nedenle beş polisin yaralandığını ajans haberlerinden duymuşsunuzdur
muhtemelen. Bu haberi aktardığımız bir arkadaşın geçen sene
İstanbul’daki 1 Mayıs eyleminde gözlemlediği durum ise, bu tepki
biçimine yaşadığımız topraklardan yapılmış bir nazire konumunda.
Arkadaşımız, Şişli’nin ara sokaklarında polislerin göstericileri
kovalaması esnasında pencerelere çıkan semt sakinlerinin, bir yandan
polisi alkışlarken bir yandan da göstericilerin tepesine kaynar su
döktüklerine şahit olmuş.Bu aktarımı duyduktan sonra ilkokul ders
kitaplarından çokça alışık olduğumuz soru kalıplarındaki gibi, bu iki
pozisyon alış arasındaki farkları sıralamaya kim cüret edecek?
Bu iki fotoğrafı/durumu karşı karşıya koyup düşünmek, özgürlüğün ete
kemiğe bürünmesine taraf herkesin üzerine düşen ciddi bir sorumluluk
oluyor sanırım…
kaynak: http://www.gumuslukakademisi.org/1/index.php?option=com_content&view=article&id=102%3Aisyani-dogru-okuyabilmek-icin-notlar&catid=57%3Agokhan-gencay&Itemid=81〈=tr
bu yaziya karşılık anarsistiletisim adlı mail grubuna gelen bir yanita aşağıda yer veriyoruz:
"gökhan'ın yazdığı kimi şeylere katılsam da kimi şeyleri hiç ama hiç beğenmiyorum.
(vandalizmi sahiplenme meselesi misal. ne münasebet, ben yunanistandaki isyancı kardeşlerimin yaptıklarını böyle okumuyorum. yaptıklarını bir anarşist olarak canı gönülden sahipleniyorum adının ne olduğuna dair hükmü ayrıca tartışırız ...)
isyanı gururla sahiplenmemiz için "doğru okumamızı" feyz edenlere ihtiyacımız olduğunu sanmıyorum... biraz haddini aşan entellektüel ve de son derece erkek bir dil bu. (siz erkekliği hep aynı formda mı hayal etmiştiniz, hadi canım...) isyanı ben böyle okuyorum demek başka, doğru okumak için notlar demekse bambaşka...
birden herşeyi doğru bilen ve nasıl bileceğimize hükmeden "baba"larımızı anımsatmıyorsa ne ?
aslında benzer dillerden şikayetçi bir sürü kişi olmamıza rağmen, aman isyancı ruh durumunu bölmeyelim şimdi tarzında aslında konuyu ikinci lige düşüren halimiizin radikalizmimizden değil cinsiyetçilik meselesine dair gayrı ciddi yaklaşımımızdan kaynaklandığını düşünüyorum.
Anarşi Kolektifi Ankara'dan Dayanışma Çağrısı
Atina'da polisin 15 yaşındaki bir genci, Alexandros Grigopolous'u, silahından çıkan kurşunla öldürmesi olayı, başta Yunanistan olmak üzere tüm dünyayı isyana boğdu. Berlin ve Londra'da anarşistler, anti-otoriterler Yunanistan Konsolosluklarıni işgal ettiler. Balkanlar'dan ve Avrupa'nın diğer kentlerinden anarşistlerin başını çektiği ama dayanışma ruhuyla toplumun her kesiminden insanın katıldığı direniş haberleri geliyor. Bu direniş hayatımızı, tüm bireyselliğimizle bizi kendi eline almak isteyen devlete, polise, kapitalist sisteme, ataerkiye direniştir. Bizi henüz uyuşturamadıklarını göstermenin zamanıdır.
Türkiye'de yaşayanlar olarak bizler devletin göstere göstere işlediği bir de ardından "faili meçhul" dediği cinayetlere, hapishanelerde, gözaltlarında kapalı kapılar ardında gerçekleştirilen işkencelere hala alışmadık! Sokakta kendisine kimlik soran vatandaşı döven polisler, dur ihtarına uymadığı bahanesiyle insan öldüren polisler, polis kıyafeti giyerek polis gibi davranıp kadınları saçından sürükleyerek kaçırıp tecavüz edenler… Alışmayacağız! Engin Ceber, Baran Tursun, Dilek İnce ve diğerleri aklımızdalar.
Yunanistan’daki isyanın içinden arkadaşlarımız 20Aralık günü için uluslar arası bir eylem çağrısı yaptılar. İsyanı Yunanistan’ın isyanı olarak değil bizim isyanımız olarak kurgulamak için 20 Aralık günü saat 12.00’den itibaren Yüksel Caddesi’nde isyandan derlediklerimizle, heyecanımızla, samimiyetimizle açtığımız masada olacağız. Bizi yalnız bırakmayın…
Aynı gün saat 15.00’te Yüksel Caddesi’nde bir basın açıklamamız olacak.
Orda görüşürüz.
Anarşi Kolektifi Ankara
www.sanalteori.net (Aylık teorik e-dergi)
Yunanistanla Dayanışmak İçin Mormon Kilisesine Eşcinsel Saldırı
Mormonlar gibi vahşi bir çetenin kutsal yerlerini özellikle de erken bir Pazar sabahı kar taneleri sokak ışıklarında parlarken mahvetmek mükemmeldi. Tükenmiş ahlak ve utanma telkinleriyle cemaatlerinin cinsel arzularını bastırmak konusunda son derece aktifler. Umarız birkaç kişi homoseksüelliğin aşk eylemlerini okur ve diğerlerine önerir.
Artık mormonların biz eşcinsel ve translara davranışlarından artık bıktık. Bize bir çeşit belaymışız gibi davranıyorlar ve yayılmamızı engellemeye çalışıyorlar. Bu bela aslında insan olmak kadar doğalken bizi engelleyemezsiniz. Arzuluyuz, özgürüz, dürtülere ve olabilirliklere göre davranıyoruz, şehvetliyiz, tabuları, beklenenleri, angaryalari yıkıyoruz, kulak memenizi dişleyenler, ormandaki seks veya yıldızlar altındaki buseyiz. Biz seksi, seksi anarşistleriz.
Dünyanın heryerinde insanlar ümitsiz sevgililerinden kaçıyorlar, can sıkıcı yaşantılarını reddediyorlar, acı dolu bu sisteme saldırmayı seçiyorlar. Bunun daha büyük ve daha çok eyleme çağrı olmasını sağlayın. Onların dünyalarında kalmak için hiçbirşey istemiyoruz. Biz herşeyin mümkün ve serbest olduğu kendi dünyamızı kendimiz yaratmak istiyoruz.
Bu eylemi haklarında birçok şey duyduğumuz seksi Yunan isyancılarıyla dayanışmak için yaptık. Lanet olsun(Damn), o çocuklar bizi nasıl tahrik edeceklerini biliyorlar, o soğuk kış gecelerinde bütün sıcaklıklarıyla bizi elde ettiler. Umarız o birkaç Yunan’ı etkileriz, yün şapkalarımızla ve ... anladınız işte...
Daha fazla saldırı gelecek...
Bir Bash Back yeraltı hücresi
Kaynak: Anarchistnews.org
turkce kaynak : http://www.internationala.org/index.php?ind=news&op=news_show_single&ide=334
Yunanistan'dan mektup
selam yoldaslar! para ve devlete karsi olan mucadelede, dayanisma en guclu silahtir. Burada,Yunanistan'da basardigimiz hersey, dunyadaki tum ayaklanmis insanlar, butun yoldaslar,butun ozgurluk savascilari icin bir zaferdir.Ayaklanma gunleri boyunca polis, 200 un uzerinde gozalti yapti ve bu gozaltina alinanlarin 16 si halihazirda hapsedilmis durumdalar.Ayrica byuk magazalari yagmalamak sucuyla mahkum edilmis, cezaevinde bulunan 50 multeci bulunmakta ve bunlar ulkelerine geri gonderilecekler. Mucadele devam ediyor...Wellington ( Yeni Zellanda)'dan Atina'ya kadar...Tutuklananl ar derhal serbest birakilmalidir! Gecici kazanimlardan nihayet zafere kadar...
alex
savaskarsitlari adlı mail grubundan alınmıştır.